7 Mart 2015 Cumartesi

Marcel Proust, Alain de Botton, Attila Marcel

Bir zaman bir Marcel Proust kitabı satın almışım, bir ara okurum diye kitaplığa koymuşum. Orada ne kadar durduysa yine bir gün başka bir kitap ararken elime geçti, okumaya başladım. Bazen bir cümlesinin, sayfalarca süren bir paragraf olduğu bu kitabı okumaya devam edemeyip bıraktım.




Sonra bir gün, Alain de Botton'ın "Proust Yaşamınızı Nasıl Değiştirebilir" kitabıyla karşılaşınca tekrar merak duydum;



Alain de Botton'ın Proust'un ve kitaplarının dünyasına giriş yaptıran bu ufak kitabını bir solukta bitirince, yine heves ettim Kayıp Zamanın İzinde'yi okumaya. Swan'ların tarafı isimli ilk cildi okuduktan sonra, bende iz bırakan, ruhuma dokunan satırlardan bazılarını burdan paylaşmak istedim;

"Uzun yıllardır, akşamları yatışımın tiyatrosu, dramı dışında Combray'ye ait her şey benim için yok olmuşken, bir kış günü eve döndüğümde, üşümüş olduğumu gören annem, alışkın olmadığım halde, biraz çay içmemi önerdi. Önce istemedim, sonra, bilmem neden, fikir değiştirdim. Annem, birini gönderip, Küçük Madlen denilen, bir tarak midyesinin oluklu çenetleri arasında biçimlendirilmiş gibi görünen o kısa, tombul keklerden aldırdı. Az sonra, o kasvetli günün ve iç karartıcı bir yarının beklentisiyle bunalmış bir halde, yaptığım şeye dikkat etmeden, yumuşasın diye içine bir parça madlen attığım çaydan bir kaşık alıp ağzıma götürdüm. Ama içinde kek kırıntıları bulunan çay damağıma değdiği anda irkilerek, içimde olup biten olağanüstü şeye dikkat kesildim. Sebebi hakkında en ufak bir fikre bile sahip olmadığım, soyutlanmış, harikulade bir haz, benliğimi sarmıştı. Bir anda, hayatın dertlerini önemsiz, felaketlerini zararsız, kısalığını boş kılmış, aşkla aynı yöntemi izleyerek, benliğimi değerli bir özle doldurmuştu; daha doğrusu, bu öz, benliğimde değildi, benliğimin ta kendisiydi. Kendimi vasat, sıradan ve ölümlü hissetmiyordum artık. Bu yoğun mutluluk nereden gelmiş olabilirdi bana? Çayın ve kekin tadıyla bir bağlantısı olduğunu, ama onu kat kat aştığını, farklı bir niteliği olması gerektiğini seziyordum. Nereden geliyordu? Anlamı neydi? Nerede yakalanabilirdi? İkinci bir yudum alıyorum, ilk yudumdan fazlasını bulamıyorum, üçüncü yudumda, ikincide bulduğum kadarı da yok. İçmeye son vermem gerek, iksirin etkisi azalıyor sanki. Aradığım gerçeğin onda değil, bende olduğu belli..."

Gerçeği aramak? Elbette böyle bir arayışın bir paragrafta bitebileceğini düşünmüyorsunuzdur. Hem de Proust için :) Daha sayfalarca, damağındaki bu lezzetin ona hissettirdiklerinin ve çağrışımlarının izini sürüyor. Peki onca güzel satır arasından neden bunları paylaştım?

Şöyle ki:

"Kayıp Zamanın İzinde" serisinin ilk cildi "Swan'ların Tarafı"nı bitirdiğim günün akşamı eşimle ne film izlesek diye "idf" uygulamasında gezinirken şöyle bir filme rastladım :


"Attila Marcel"





Konusunu okuyunca;

"Çocukluğundan bu yana kendini büyüten iki halasıyla birlikte Paris'te yaşayan Paul artık 30'lu yaşlarındadır ve halalarının da teşvikiyle piyano ve müzik tutkusundan vazgeçmemiştir. Halaları da Paul’un başarılı bir piyano virtüözü olmasını isterler ve genç adamın tüm zamanı halalarıyla birlikte piyano derslerinde geçer. Kendini dış dünyadan soyutlayıp tamamen müziğe odalanan Paul'un hayatı aynı apartmanın dördüncü katında yaşayan Bayan Proust'la tanıştıktan sonra değişmeye başlayacaktır. O güne dek ailesinin iki yaşındayken öldüğünü düşünse de sıradışı Bayan Proust'un kendisi için hazırladığı özel bitki çayını içince, hiçbir şeyin hatırladığı gibi olmadığını fark eder. Çayın ardından hafızasındaki kayıp hatıralar ortaya çıkmaya başlar..."

ve ekşi sözlükteki yorumlara göz atınca ilgimi çekti, "tamamdır" dedim "bu akşam bunu izleyelim".

Çok isabetli bir karar oldu.

Filmi izlerken ben de Paul gibi bir çay içsem, benliğimin derinliklerine gömdüğüm bilinmez gerçeklere ulaşsam, nerede takıldıysam oradan devam etsem diye iç geçirdim.
Tabii bu biraz zor, Bayan Proust gibi bir komşum olmadığını düşünürsek.
Yine de böyle bir film izledikten sonra elbette umutsuzluğa kapılamazdım.
Filmden mesajımı aldım, gerçeği iksirlerde çaylarda değil Mösyö Proust'un yolundan gidip, kendimde aramaya ikna oldum :)